26 Kasım 2012 Pazartesi

hidroklorotiazid

6-kloro-3,4-dihidro-2H-1,2,4-benzotiadazin-7-sulfonamid 1,1-dioksid

Diğer okunuş türleri
*6-Kloro-7-sülfamoil-3,4-dihidro-2H-1,2,4-benzotiyadiazin-1,1-dioksit
*6-Kloro-3,4-dihidro-2H-1,2,4-benzotiyadiazin-7-sülfonamid-1,1-dioksit


Ödevli gruplar;
*sülfonamid (halka içi ve dışı)
*halka içi azot

Farmakolojik özellikleri;
Diüretik, Antihipertansif ajan, Sodyum Klorür Symporter İnhibitörleri
Oral biyoyararlanımı %70, Plazma proteinlerine bağlanma %64, elim. yarı ömrü 2-15 saat, etki süresi 6-12 saat, doz 12,5-25 mg , oral olarak kullanılmaya müsait.
TRİAMTERİL® kapsül 25mg [DEVA];
ALDACTAZİDE® tb. 25 mg-50 mg [ALİ RAİF]; MODURETİC® tb. 50 mg [MERCK SHARP-DOHME]
Yapı – etki ilişkileri :
· 3. ve 4. konumlar arasındaki çifte bağın doyurulmasıyla elde edilen dihidro
türevlerinde aktivite on kat daha fazladır.
· 7. konumda sülfamoil grubu mutlaka olmalı ve sübstitüent taşımamalıdır.





GENEL SENTEZİ

20 Ekim 2012 Cumartesi

Sormaz olaydım ( Glikozun taşınması )

Herkesin sevdiği glikozun yeni formülasyonu
   Geçenlerde , ders dinlerken hocamız hücrelerin madde transferleri anlatıyordu. Bu benim salak kafama bir şey takıldı ve hocaya sorayım dedim. Sormaz olaydım. Gidip kendim araştırıp sunum yapmak zorunda kaldım. Ama şimdi olaya daha hakimim.
   Sorum şöyleydi; kolaylaştırılmış difüzyonda glikozun taşınması sırasında enerji harcanmaz diye anlatıp duruyorlar ya hani ,enzim kullanıldı için enerji harcanmaz diye sürekli anlatırlar, bende merak ettim ve acaba bu enerji harcanmama olayı pratikte asla kâle alınmayacak düzeyde olduğu için mi bize böyle anlatıyor diye sordum. Arkasından şöyle bir ekleme yaptım; peki enerji enerji harcanmıyor ise bu glikoz nasıl enzime bağlanıyor ve hücre zarını geçen bu molekül nasıl bu mesafeyi alıyordu şeklindeydi.
  Sonuç olarak hoca bunu bana kakaladı ve bende gidip araştırdım. Ciddi söylemek gerekirse ödev olarak verilmesine sevindim de , yoksa hayatta bakmazdım. Ve size bunu kısaca anlatmak istiyorum.Aslında olay çok basitmiş ancak bize bazı temel şeyler yüzeysel geçildiği ve daha sonra sorulmadığı için (sınav vs.) insanın aklına böyle şeyler takılabiliyor.
C şekli size anlatmak isteğim mekanizmayı açıklamatadır
    Biz ,oksijen ve karbondioksitlerin hücrenin temel bileşikleri oldu için enerji harcanmadan basit difüzyon ile hücre membranından kolaylıkla geçtiğini biliyoruz. Zaten bu olay sırasında çok yoğun ortamdan az yoğun ortama doğru geçiş olduğu için enerji gerektirmemesi normal. Yağ yapıda ve küçük yapıda olan moleküllerin de gene hücre membranından difüzyon kurallarına uygun hareket etmesi normal çünkü hücre membranın yapısından ötürü yağda eriyen moleküller bu zardan kolaylıkla geçebilirler. Peki glikoz ve aminoasit gibi hücre için temel olan moleküller için nasıl bir transfer politikası izlemesi gerekir hücrenin. Aktif taşıma yapmayacaksa, hücre glikoz ve aminoasitler için enerji harcamamalı. Çünkü öyle her ota boka ATP harcarsa metabolik fonksiyonlarını gerçekleştirmekte sıkıntı yaşar. Bu durum için hücrelerde kolaylaştırılmış difüzyon denen bir mekanizma gerçekleşiyor. Peki bu moleküller yağda çözülmüyorlar ise ve bunların taşınması sırasında bir enzim mekanizması bunların taşınmasında yardım ediyor ise nasıl enerji harcanmıyor ? Şöyleymiş; yağda çözünen moleküller nasıl hücre membranından difüzyon mekanizması gereği çok yoğun ortamdan az yoğun ortama hücre membranın yapısı ve difüzyondan dolayı hücre içine alınıyorsa, glikoz ile aminoasitler de aynı şekilde hücre içerisine alınıyor. Zaten hücre membranın dışında glikoz ve aminoasit fazla. Bunlar birlerini sürekli olarak hücre membranın yapısına doğru itiyorlar çünkü orada az yoğunluktalar. Bu itmeler neticesinde hücre zarıyla sürekli iletişime geçiyorlar ve burada kolaylaştırılmış difüzyon yapan enzimlerin yanına gelince bunlar aktifleştiriyorlar. Bu aktifleşme sırasında enerji harcanmıyor çünkü bunu şuna benzetebilirsiniz belediye otobüsüne binmeye çalışırken hep arkanızdan birileri ittirir ya burada da onu diğer moleküller yapıyor ve bundan ötürü zaten bu enzimler olmazsa bilr membranı yırtıp içeri girecekmişsene bir hareketi oluyor. Bu kolaylaştırılmış difüzyonu sağlayan enzimlerle aktifleştiklerinde de sanki yağda çözünen molekül yapısına dönüyorlar ve membranı kolaylıkla aşabiliyorlar. Artık membranı aştılar ya gerisi önemli değil . İster mitokondirde krebs döngüsüne girsin isterse yağ olarak depolansın. :P
   Dedim ya aslında çok basitmiş ama bize böyle anlatan hocalar yok her halde. En azından kendi adıma konuşayım ben dinlemedim. Neyse bu kadar gereksiz bilgiden sonra umarım canınız sıkılmamıştır.
   Aklımda daha bir sürü salak salak sorular var ama hem araştırmaya vaktim yok ( yalan aslında, üşendiğimden araştırmıyorum ) hem de yazacak vaktim yok. :))

Membran yapısı
   Ama okuyucu arkadaşların kafasına bir şeyler takılıyorsa, onlarda bana facebook üzerinden mesaj atarlarak beraber çözüm bulma veya araştırma yapabiliriz. Benden şimdilik bu kadar . Herkesin güzel vakitler geçirmesi dileğiyle bir daha ki yazıda görüşmek üzere ...

2 Eylül 2012 Pazar

contra depressio

Uzun zamandır size seslenemiyordum , o yüzden kusura bakmayın. Size bu yazımda Letonya'da gerçekleştirdiğimiz projeden bahsetmek istiyorum. Tabi burada size bilimsel konuşmalar ve tartışmalardan söz edeceğim , onun dışında gerçekleşen partiler ve gezilerden söz edemeyeceğim . ( ama isteyen olursa onlarla özel olarak konuşmalarımızda ayrıntıları anlatabilirim )

4 ülkenin ortaklaşa gerçekleştirdiği bu projede her ülkeden 12şer öğrenci katıldı. Katılımcı ülkeler Türkiye , Portekiz, Romanya ve ev sahibi ülke Letonya idi. Bir hafta süren etkinlikte depresyon hakkında eni boyuna güzel bir tartışma oldu. Tabi bazı noktaları anlayamamış olabilirim ama genede tartışmalara %80-90 hakimdim :)) .
Öncelikle şunu çok net söyleyebilirim ki Letonların depresyon konusu seçmesini çok normal olarak karşıladım. Adamların Ağustos ayında bile havası süreklik kapalı ve güneşi nadir görüyorlar. Halkı dışarı çıkıp gezmek istese bile bunu akşam geç vakitlerde yapamaz çünkü dükkanları erken vakitlerde kapanıyor ve ayrıca gezecek çok yeri yok. Türk halkı gibi şen şakrak olmamaları da onların bir diğer dezavantajı. Bunlara rağmen genede bazı şeyleri çok çabuk aşacak düzeyde eğitim seviyeleri ve hırsları var.
Peki biz ne yaptık? Bu etkinlik boyunca ; her ülke kendi ülkelerindeki depresyon istatistiklerini verdi, kendi ülkelerinde uygulanan tedavilerden modern ve geleneksel olanları anlattı, özellikle gençlerde depresyonu nasıl azaltabiliriz gibi güzel konulara yer verildi.
Şimdilerde git gide artan internet ve bununla beraber asosyal yaşam insanları birbirinden ayırması depresyonu tetikleyen en büyük etkenlerden biri. İlaç firmalarının sürekli anti-depresanlar üzerinde çalışmalar yapmasına rağmen halen dünya üzerinde tam bir çözüm bulunmuş değil. Çünkü depresyon sadece ilaçlarla tedavi edilecek bir hastalık değil. Bunun yanında çok sağlam bir destekleyiciye ihtiyacınız var. Tabi burada aile , arkadaş vs gibi şeylerin önemi artıyor. Bunlardan hangisini seçmeniz gerektiğini tabi ki hiçbir doktor size tam olarak söyleyemez. Doktorlar size yol gösterebilir ama seçim her zaman size aittir. Depresyonda ilaç ile tadavi almak bence en son yol olmalı.( projemizde de hemen hemen herkes aynı kanıdaydı. ) Alacağınız desteğin yanında kendine yeni uğraşlar bulmak sizi boşluklardan kurtarabileceği gibi yeni arkadaşlar edinmek ya da yeni maddi kazanç yolu bile sağlayabilir. Bu yüzden biz, herkese toplu yapılan sporlara bir şekilde katılınması gerektiğini düşünmekteyiz.
Tabi ki depresyonu tetikleyen en büyük etken stres. Stres üzerine de uzunca tartışmalarımız neticesinde stresin aşırısının sinir hücreleri üzerine zararından ve dolayısıyla vücuda verdiği kalıcı hasırlar konusunda herkes hem fikirdi. Bunun yanında hiç stressiz bir yaşamın da iyi olmadığını düşünüyoruz. Çünkü küçük stresler bizi hayata karşı daha sağlam hale getirdiği gibi , bazı yapmaya korktuğumuz şeyleri de yapmaya tetiklemesi insanlar için olumlu olduğunu ortak kanısına varıldı.
Daha nice güzel tartışmaların yaşandığı bu projede insanlar güzel yaratıcılıklarını kullanarak yeni yeni şeyleri bizlere kattı. Tabi buradan bazı şeyleri kendime sakladığımı anlamış olmalısınız.
Şimdilik sizlere bunları aktarıyorum. Umarım bu yazıyı okurken boşa vakit kaybettiğinizi düşünmezsiniz. :)

22 Haziran 2012 Cuma

Masum Ayçekirdek


 Türk Millet'inin başladımı bırakmakta zorlandığı bir kuruyemiş ayçekirdeği. Bizi bu kadar bağımlı hale getirmesinin sebebi olarak pertukonol hormonumuz üzerine etkisinden dolayı olduğu söyleniyor. (bilimsel kaynaklardan elde edilen bir bilgi değildir, yanlış da olabilir) Aslında tam bu nokta da araştırılması gerektiğini düşünüyorum.
   Bilindiği gibi kırmızı reçete ilaçları(morfin,kodein gibi) insanlar üzerinde bağlılık yaparlar. Bu yüzden kullanımları gözetim altında yapılmaktadır ve reçetesiz asla satılmaz. Hatta aşırısı bile verilemez. Oysa bana göre çekirdekte aynı etkiyi gösteriyor. Tamam , belki uyuşturucu özelliği yok ama aşırı tüketimi yağlanmaya sebep olacak kadar yağ içermektedir.( http://tr.wikipedia.org/wiki/Ay%C3%A7ekirde%C4%9Fi )Ki bu özelliğinden dolayı morfinden daha tehlikeli hale gelmekte. Günümüzün hastalığı aşırı yağlanmaya bağlı olarak kardiyovasküler yetmezlik .
   Ayrıca kırmızı reçete ilaçlarının rahatlatıcı özelliği ve anestezik özellikleri onları tıp alanında çok daha ileri gitmemizi sağlamamışlar. Peki çekirdek de böyle bir gösterecek yapıya sahip ise :)) . Tabi ki doğal formu buna uygun değil ama belki bir kaç kimyasal reaksiyonlar sonucunda bu işler için kullanılabilir.
   Hatta bana göre çekirdek yemek, aynı zamanda bizi rahatlattığını da düşünüyorum. Yoksa niye Ağrı dağının minyatürünü yapacak kadar çitleriz ? Belki bir formu antidepresan olarak bile kullanılabileceğini düşünüyorum.Kim bilir?
   Hakkında yapılan bazı araştırmalarda içerisinde Seskiterpen yapısındaki bileşikler ,Diterpen yapsındaki bileşikler , Flavonoit yapısındaki bileşikler , Sabit yağlar olduğu ortaya konmuştur. Açıkçası bulunan etken maddelerin farmakolojik aktivitesi hakkındaki bilgiler beni pek beni pek memnun edecek düzeyde değildi. O yüzden kesinlikle araştırılması hatta üzerinde deneyler yapılması gerektiğinin düşünmekteyim. ( Elimde yeterince kaynak ve bilgi olsa hemen işe girişeceğim de... )


   Bu kadar bilgiden sonra belki bir avuç çekirdek çitlemek en idealidir. Ama fazlasını çitlemeyin sıkıntı yaratabilir. Hee bir ütopya ama bana kalsa çekirdekte sınırlı miktarda satılması gerekiyor. En azından bizim ülkemizde . Ne de olsa ne yemesi gerektiğini bilmeyen bir toplumuz ! 

9 Haziran 2012 Cumartesi

Diyet demişken

Yaz geldi. Herkes biran önce üzerindeki bir kaç kiloyu atmanın derdinde. Malum beni bilenler sporla ne kadar haşır neşir olduğumu da bilirler. Birde sınav zamanında bende bir süre spor yapamayıp sürekli abur cubur yediğimiz için ya yağ olarak kilo aldık ya da kilo almadık ama kazandığım kaslar yağa dönüştü. Açıkçası hangi tarz da kilo aldığımızı hesaplamak için uzmanlar tarafından ölçüm yapılmasın bize en doğru neticeyi vereceğini düşünmekteyim.
Şimdi size biraz tiyo vererek üzerinizde ki fazlalıklardan atmanızda yardımcı olmak istiyorum.Bir de şunu belirteyim , ben diyetisyen filan değilim sadece size bence mantıklı olan bazı bilgileri aktaracağım.
Bana gelip de '' abi nasıl kilo verebilirim ? '' bütün arkadaşlarıma hiçbir zaman sadece yemek yemeyerek kilo vermenin sağlıklı olamayacağını söylerim. Ama buradan hemen istediğimiz yiyebilir manası çıkmasın. Tabi ki kalorisi yüksek ürünler olan hazır gıdalar( püskevitler, çikolatalar vs ), çok yağlı yemekler (özellikle katı yağ kullanılmış ürünler), kızartmalar , nişasta içeriği yüksek ürünler ( hamur işleri, beyaz ekmek, pasta gibi) ,alkol ürünlerin tüketilmesin azaltılması lazım. Dikkatinizi çekerim hiç yemeyin demiyorum. Çünkü vücudumuzun her şeye ihtiyacı var.Ama kilo vermek istiyorsanız bu ürünleri çok az tüketmeniz lazım.
Bunun yanında düzenli spor yapmak gerekmektedir. Okuduğum bir köşe yazısında yapılan araştırmalara göre her insanın hafif dahi olsa ağırlık idmanları yapması gerektiği söyleniyor. Haftada bir halısaha maçı bile yapıyorsanız sağlınız için mutlaka en az 2-3 gün ağırlık çalışmanız lazımmış. Bence de çok mantıklı. Atalarımızın da dediği gibi ''işlemeyen demir paslanır''. Özellikle kızlar bizim kaslarımız ortaya çıkmasın istiyorlarsa bile kardiyo yaptıktan sonra 15 ile 30 dakikalık idmanlar sizi öyle çok abartılacak kadar kaslı göstermediği gibi aynı zamanda sıkı bir vücuda da sahip olabilirsiniz.
Bunların yanında öğünleriniz protein değerlerinin yüksek olmasına özen göstermelisiniz. Hatta yatmadan önce biraz lor peynir yemek veya süt içmek sizi daha kaslı hale getirir. ( tadı kötüdür ama etkisi müthiştir.) Zaten kasein uzun sürede kana karışan bir protein olduğu için gece yatarken dinlenen vücut kas yapımını hızlandıracaktır.
Bir düşünün en çok benzin harcayan araçlar hangisi? Tabi ki motor kapasitesi yüksek olanlar ve şehir trafiğinde dur kalk yapan araçlar . O yüzden kas yaparsanız daha çok yağlarınızdan kurtulursunuz. Bunun içinde kardiyolarınızda bir süre hızlı koşu sonra yürüme sonra tekrar koşu gibi hareketler size daha fazla kilo kaybettirecektir. Tabi ki kaslanan  vücut da buna yardımcı olacaktır.


Son olarak size piyasada satılan ,zayıflamak için ürünleri kesinlikle kullanmamanızı ve bol bol su içerek eğer çok acıkırsanız bir meyve veya bitki çayı içmenizi tavsiye ederim.
Şimdiden yapacağınız egzersizlerde ve diyette de başarılar dilerim. :)
   

30 Nisan 2012 Pazartesi

Bitti derken-2

Yazıma kaldığım yerden devam etmek istiyorum, umarım birincisinde okurken çok sıkılmamışsınızdır. Geçen sefer size bahsettiğim süper bağışıklı insan konusuna biraz daha değineceğim ve size diğer hastalıklarla ile biraz daha bilgi vermek istiyorum.
Hani her kış geldiğinde eczaneler de filan görürsünüz ya '' grip aşısı gelmiştir'' yazısını bence o yazıya fazla inanmayın. Çünkü o aşı bir önceki senenin virüsü ve her sene grip virüsü kendi genetik şifresini değiştirdiği için o aşı aslında pek işe yaramıyor. Tabi aramızdan bir çoğu bunu biliyordur. Ama olsun bilmeyenler için hatırlatalım ve size bir gerçeği söyleyeyim bu yazı okuyup da bunu bilmesine rağmen eczane açacak arkadaşların %90 da bu aşıyı eczanesinde bulunduracaklar. Bide bu kuş gribi ve domuz gribi diye yayılan ve çokkorkulan virüsler var ya o da aslında mevsimsel geçirilen gripten daha az adam öldürüyor haberiniz olsun. (aslında korkulduğu kadar kötü değil.)
   Bunlara karşın korunmak için alınan C vitamini desteğin ise halen bağışıklık ve virüsler üzerinde nasıl bir etkisi olduğu halen bulunamamıştır bunu da unutmayın ama siz C vit. almaya devam edin !
VZVirüsü daha sonraları aşırı stres ve bağışıklık durumun zayıflaması durumunda Zona denilen bir hastalığa neden olmaktadır. Yani siz su çiçeği hastalığı geçirmeye bilirsiniz ama bunun aşısını olduğunuz için Zona hastası olabilirsiniz. Ayrıca bu virüsün kan-beyin bariyerini aşarak beyine yerleştiğini de hatırlatayım. Yani ileri yaşlarda görülen bazı beyinsel aktivite hastalıkların etkeni olduğu düşülmektedir bilesiniz.
   Hee bu sırada grip için tedavi amaçlı olarak geliştirilmiş bir etkin ilaç yoktur. Piyasada satılan ilaçların içerisine bakarsanız parasetamol (ağrı kesici), Klorfeniramin ( kılcal damarlardaki geçirgenliği azaltarak burun akıntısını ve gözde sulanmayı anında kesmesi ile ünlüdür ) vardır ve pek bir yararı yoktur buna rağmen çok iyi plasebo etkisi vardır ;) Ayrıca klasik bir laf vardır grip tedavisi ile'' yatarak 7 gün, ilaç ile bir hafta ''diye gerçekliği buradan geliyor olabilir.
    Biliyoruz ki sürekli bazı virüslerle mücadele ediyoruz ve bunlara karşı da aşı oluyoruz veya başka tedavi yöntemlerini kullanıyoruz. Eskiden böyle aşılar yoktu. Bundan dolayı çok insan sefil oldu. Ama bu aşıların olması bence bizi bir yandan bu hastalıklardan korurken bir yandan da ölümcül deney filmindeki gibi yaratıklar yapmaya doğru götürüyor. Zaten adamlar böyle bişeyler olacağını görüyorlar ki böyle filmler yaparak insanları şimdiden buna hazırlıyorlar ve bizi Milla Jovovich gibi taş bir hatunun kurtaracağına inandırıyorlar.
 Merak etmeyin ama daha o kadar erken olduğunu düşünmüyorum en azından 20-30 sene var diyorum. Neden derseniz şu Hollandalı bilimadamların bulduğu katliam virüsün antikoru geliştirilene kadar rahatsız. Dediğim gibi o da nerden baksan 20-30 yıl sürer.


  Anlayacağınız bu virüsleri bir şekilde tedavisini bulsak bile ki AIDS için halen bir tam tedavi yöntemi yokken ( tabi bunun tedavisi için yapılan çalışmalardan başka birçok ilaç bulunmuştur) bir de üzerine insanoğlunun yaptığı virüsler ,biz tam bitti derken yenisinin ortaya çıkacağı anlamına geliyor :D

28 Nisan 2012 Cumartesi

Bitti derken-1

    Aramızda herhalde su çiçeği , verem, kızamık gibi hastalıkların aşısını olmayan yoktur. Buna ilaveten hepatit B , her kış grip aşısı olanda birçok arkadaşımız olabilir. Hiç merak ettiniz mi bu aşıları neden oluyoruz diye. Aslında çok basit bir açıklaması var. Süper insan yaratmaya çalışıyoruz. Geçmişte bir çok ulusta yüzlerce insanın ölmesine neden olan bu hastalıkların tedavileri bulunmuş ve artık insanlar bu hastalıktan ölmesin diye bunların aşıları geliştirilip insanlara verilerek süper bağışıklı insan nesilleri yetiştirilmeye çalışıyor. Asılında bir yandan güzel bişey ama bazı dezavantajları yok değil. (Dezavantajlarından sonra bahsedeceğim)
     Haberleri takip ediyorsanız bundan 1.5 - 2 ay önce Bolu'da bir verem vakasına rastlanıldı. Uzun zamandır görülmeyen bu hastalık ciddi bir tehdit unsuru olabilir. Çünkü artık herkes verem aşısı olmuşken nasıl olur da verem virüsü tekrardan ortaya çıkabilir hiç düşündünüz mü? İnsanın aklına hemen ''yeni bir verem virüsü mü gelişiyor ?''sorusu takılıyor. Zaten o yüzden hemen haberlere konu oldu, sağlık bakanlıklarından insanlar yönlendirildi, hatta hastalığı bulaştıran hademe işten atılıp karantinaya alındı. Dua edelim bu virüsün yeni bir nesli gelişmesin yoksa elimizde olan verem aşıları direk çöpe gider ve yenisi geliştirilene kadar bir çok insanımızı kaybederiz.  Neden insanlarımızı kaybederiz onu da açıklayayım. Başta bir çok virüsün ortaya çıkmasında zayıf bağışıklık sistemi etkendir. Bağışıklık sistemimiz de iyi beslenemez ve kötü yaşam koşullarından dolayı zayıflar. Bu da Türkiye'nin ne kadar geri kalmış bir ülke olduğunu gösterir ki bence son 10-15 yıldır her geçen gün daha da kötüye gidiyoruz. Kişi başına düşen kırmızı-beyaz et miktarı her geçen düşerken zaten nasıl daha duruma gidebiliriz merak ediyorum. Tabi devletimizin kendini güçlü göstermek için sürekli geri kalmış ülkelere veya mağdur ülkelere kendi vatandaşlarına yaptığı yardımlardan kat ve kat fazlasını yaparak el aleme ne kadar güçlü olduğunu göstermesi asıl ele alınması gereken konu.
Varicella-zoster virüs
    Tabi bir yandan da aşı ola ola bir çok hastalık görünmez duruma geldi. Mesela her çocuk su çiçeği aşısı olur ve artık herkes bu aşıyı olduğu için bu hastalığı çevremizde pek sık görmeyiz. Dolayısıyla insanoğlunun aklına bu hastalığı yendiğimiz gelebilir. Ki gelmiş ve bundan dolayı artık Fransız vatandaşları VZV(Varicella-zoster Virüs) aşısı olmuyorlar. Doğal olarak bu hastalıkları geçirme olasılıkları artıyor ve şöyle bir sorun doğuruyor, bu hastalık virüsünün yeni nesil hale gelmesine etken olabiliyorlar veya bizim ülkemize geldiklerinde bizim vatandaşlarımızın hastalanmalarına neden olabiliyorlar.
    Bu konu ile ilgili yazımı şimdilik burada kesmek istiyorum çünkü uzun bir konu olduğu için okurken sıkılmanızı istemiyorum. Bir daha ki yazımda size bu hastalıklarla ile ilgili daha değişik fikirlerle geleceğim.
Son olarak sağlık bakanlığının aşı takvimi ekleyerek size siz olun bu aşıları ileride çocuklarınıza ve çevrenizdekilere yaptırmayı unutmayın diyerek iyi günler diliyorum.

21 Nisan 2012 Cumartesi

FUNGUS

   Fungus yani mantarlar, en çok araştırılması gereken organizmalar diye düşünüyorum. Öyle enteresan bir familya ki bir tanesi adamı öldürürken bir diğeri adamı ipten alıyor. Birçok kez insanları öldürmüş, köyleri kasabaları yok etmişken ,birçok kez de insanları en illet hastalıklardan kurtarmış.
   Bir tesadüf üzerine Sir Alexander Fleming'in bulduğu ( zaten bilim de birçok şey tesadüf üzerine bulunmuş) penisilin (Penicillium Notatum ) bugün bile hala geçerliliğini kaybetmemiş bir antibiyotiktir. Bakterilerde hücre duvarı sentezinden sorumlu enzimi durup , bakteride ölümcül etki yaratır. Ne şanslıyız ki hücre duvarının insan hücrelerinde yokken bakteride bulunması bizim için toksik etkisini de azaltıyor. En önemli yan etkisinin akut alerjik enfeksiyon oluşması ki bu da 10.000 de 1 civarında olmaktır. Tabi bu alerjik reaksiyonun bir kere veya defalarca penisilin aşısı olan bir insan da olmayacağı anlamına gelmeyip biz genede %100 doğruluğu olmasa da penisilin alerjisi testi yaptırıp daha sonra penisilin aşısı olmalıyız.
alfa-amanitin
   Tabi her mantar penisilin gibi bizi hastalıklardan korumuyor. Özellikle bir tür var ki bu tür Amanita olup adamı şirinlere çeviriyormuş :)) . Yapısında bulunan ibotenik asit , myscimol ve amanitin vücutta zehir etkisini oluşturan etken maddeler. Mantarın içerdiği amanitin maddesi, sindirildikten 8-12 saat sonra ilk belirtilerini gösterir ve karaciğer-böbrek metabolizmasını yok eder. Zehirine karşı henüz bir ilaç geliştirilememiştir . Bu mantarın bir kişiyi öldürmesi için 20-25 gram tüketilmesi yeterli olmaktadır. Aslında fazla söze gerek yok. Zaten amanitin yapısı gören bir kimyacıya da bişeyler olur herhalde ;)
Amanita muscaria
Size ülkemizde yetişen bir kaç zehirli mantar örneklerinden bahsedeyim. Mesela en zehirlerin arasında Amanita muscaria yer almakta. Daha sonra Amanita phalloides (köygöçüren), Boletus satanas ,Gyromitra esculenta, A.verna gibi mantarda gayet zehirlidirler.

Tabi halen etkileri tam olarak bilinmeyen bir sürü mantar bulunmakta. Özellikle yağmur ormanlarında ve Afrika'da .

Son bir uyarı bilmediğiniz hatta bildiğinizi sandığınız mantar bile zehirli olabilir. O yüzden olabildiğince kültür mantarı tüketmeye veya o bölgenin uzmanı kişilerin topladığı mantarları tüketin .
VEE size bir Amanita muscaria'nın büyümesini gösteren videosuyla iyi günler diliyorum.Amanita muscaria

18 Nisan 2012 Çarşamba

İZOSTERİZM

   Bir süredir meşgul olduğum için yazılarıma ara vermek zorunda kaldım ama bu sırada bir çok araştırma konusu buldum, bunları da ilerleyen vakitlerde size aktaracağım. Ama bugün size daha yeni öğrendiğim ve bizim meslekte büyük rekabetlere neden olan izosterizm , biyoizosterzmden bahsedeceğim.
   Şimdi gelelim biyoizosterizm ne demek? Biyoizoster, model ya da kılavuz niteliğinde olan bileşikteki bir atom ya da atom grubu yerine başkalarını koyarken, belirli kurallara sadık kalmak gerekir. Yeni sokulan gruplar,çıkarılan gruplar ile aynı elektronik ve uzaysal yapıyı içermelidir. Bu kurallara kısaca "biyoizosterizm kuralları" denilir.Kurallarından biraz bahsetmeyeceğim ama size bu konuyla ilgili bir kaç örnek vererek işimize ilerde çok yarayacağını düşünmekteyim. Kısaca da ,aynı farmakolojik etkiyi gösteren ilaç gösteren ama bunu temelde aynı molekülle yapılması işlemidir. Yani kulağınızı farklı farklı göstermek gibi.

    Bunlardan ilk olarak şunu söylemek istiyorum.Halka kapatıp açmakla değişik yapılar elde edilir. Bu yapılar arasında da benzerlikler bulmak mümkündür. Özellikle bu arada hidrojen bağlan ve katı bağlar oluşursa psödosiklik "yalancı halkair konformasyonlar elde edilir. Önemli örneklerden birisi östrojenik etki gösteren bileşikler arasında bulunur. Stilben türevleri ile östradiol arasındaki uzaysal benzerlik nedeniyle stilben türevleri östrojenik etki gösterirler. Ancak, örneğin dietilstilbestrol'ün östradiol'e benzemesi için mutlaka transdietilstilbestrol  şeklinde olması gerekir, cis-dietilstilbestrol  yapı yönünden östradiol'e benzemediği için trans izomerinden 14 kez daha az etkilidir.

   Gene buna benzer başka bir örnek vermek gerekirse sinir sistemine ilaçlarından Oksazolidindion türevlerinde de böyle bir biyoizosterizasyon görebiliriz.Bu grup bileşikler, hidantoinlere analog olarak ortaya konulan bileşiklerdir. Hidantoinlerin 1. konumdaki azot atomu,biyoizosteri olan oksijenle yer değiştirerek, 1,3-oksazol yapısı hazırlanmıştır.Bileşiklerin R1ve R2 sübstitüentlerine bağlı olarak sedatif-hipnotik etkilerinin yanında antikonvülsif etkileri de ortaya okmaktadır. Bu sübstitüentlerin ve 3. konumdaki azot atomunun alkillenmesi ile antikonvülsif etki arttırılmakta vesedatif-hipnotik aktivite oldukça azaltılmaktadır.
hidantoin yapsı
1.3-oksazol yapısı


10 Nisan 2012 Salı

Doğru drog, doğru şekilde, doğru kişiler tarafından verilmeli

    Gene yanlış bilinen doğrulardan konuşma zamanı. Malum ben bir eczacılık fakültesi öğrencisiyim . İleri de kısmet olur da okulumu bitirirsem ya bu işin sanayi sektöründe yada serbest eczane açarak çalışabilirim. Ki bizim meslekte teknolojinin ilerlemesi ile serbest eczanecilik hem daha rahat hem de  daha kazançlı gibi geliyor. Bu durumda size eczanelerin en büyük rakipleri aslında en yakınındaki eczane değil aktarlardan bahsedeyim.
     Bilindiği gibi Türk halkı hastalandığını zaman ilk önce doktora koşmak yerine halk sağlığı anlayışı gereği öz sorumluluğunu yerine getirmek bilinciyle ilk aktarlara koşar. (Malum bizim toplumda ota, b.ka ayrı bir merak var.) Hee oldu da aktardan aldıkları ile iyileşemeyen vatandaşımız daha sonra komşusuna giderek ondan fikir alır , o da olmadı en yakın eczaneye gider. Eğer eczacı orada ise ve bilinçli hareket eden biriyse hasta doktora yönlendirir. Yok bir de eczacı orada yoksa veya hastayı sadece bir müşteri olarak görürse gelin görün o zaman şenliği.
    Şimdi benim buradan aktarlara karşı bir yazı yazacağımı düşünüyorsanız düşünmeye devam edin. Çünkü ben ters bir adamımdır. Ben aktarların var olmasından yanayım . Ne de olsa aktarlar bizim kültürümüz bir parçası. Yıllarca Baharat yolunun üzerinde bulunan güzelim Anadolu'dan böyle nadide bir kültür ögesinin kaldırılması bizim kültürümüze vurulmuş bir balta olur. Ama ben aktarlar kalmasın derken aktarlarda yapılan yanlışlıkları destekliyorum demiyorum.( Hele günümüzdeki iyice abartmaları yüzünden halkın sağlığında ciddi tehlikelere soktuklarını medyadan görebiliyoruz.) Ben aktarların satmaları gereken baharatları satmalarının en doğru ve en güzel şekil olduğunu düşünmekteyim.
    Birçok kişi aktarlardan zarar gelmez , bitkilerden zarar gelmez diye düşünse de doğru değil. Bu zararı sentetik ilaçlarla karşılaştırılamaz diye düşünenler içinde doğru bilmediklerini hatırlatalım. Neden mi ? Anlatalım o zaman. Mesela her derde deva olarak görülen Allium sativum (sarmısak ); normal de bu bitkinin uygun kullanılması durumunda  kolesterol seviyesini düşürmede, atherosklerosis, hipertansiyonda ve ayrıca antiseptik özellikleri vardır. Gel gelelim bu sarmısağı çok tükettiniz ne mi olur ? O zaman sizde ekzama, dermatit, mide-barsak da flora değişmesi, ifrazat artışı, astma, allerjik reaksiyonlar; bunların yanına ayrıca ağızda yanma, hematoma, bulantı, terleme, lökositoz, anoreksi, diare, kusma, menoraji, sersemlik meydana gelebilir. Şimdi bu saydıklarımı kaç vatandaş , kaç aktar biliyordu? Oysa sarımsağın kilosu ucuz olduğu için aktarlarda göremezsiniz bile. Üstelik mutfak kültürümüzde sıkça kullanılan bir üründür. Şimdi gidin en yakınınızdaki ilaç kutusun içerisinden bir prospektüs çıkartın bakın bakalım bu kadar yan etkisi var mıymış.
 Oysa bizim aktarlar elindekilerin daha ne işe yaradığını bile tam olarak bilmezken mahallenin Ayşe teyzesine öğüt vermeyi geçtim, televizyon kanallarına çıkıyor tarif veriyor, bir de kitap yazdığından bahsediyor. Bunlara rağmen siz o aktarlarda satılan bitkilerin hemen hemen bir çoğunun istenilen etkiyi gösterebilecek bitkiler olmadıkları hatta içerisinde şekil olarak çok benzeyen ama vücudumuz için oldukça zararlı bileşikleri içeren maddelerle dolu olduğunu biliyor muydunuz. Tabi ki bilmiyordunuz çünkü aktarınız dahi bilmiyordu. Aslında bu konuda onlara hak veriyorum. Sonuçta onlar elindeki bitkilerin doğru olup olmadığını anlayacak her hangi bir eğitim almıyorlar ki.  Zaten yeni çıkan yasa ile birlikte 500 yakın bitki ve ilaç formülasyonu şeklinde hazırlanmış ürünler artık sadece eczanelerde satılacak. Hee bana bu söylediklerime rağmen inanmıyorsanız size şunu da söyleyeyim. Buradan aldığınız ürünler istenilen saklama koşullarını tam olarak sağlanamadığında içerinse envayı çeşit mantar, bakteri oluşabiliyor bunu da unutmayın. Tabi bu saklama koşullarına uyan çok değerli aktar amcalarımız , teyzelerimiz de var. Zaten onlar eli öpülesi insanlar.
    Bir de size bu işin  Avrupa piyasasından bahsedeyim . Almanya'ya gittiğim de derslerde hocalarımdan duyduğum bitkisel tedavi şekilleri hakkında gözlem yapma imkanım oldu. Özellikle bitkilerle tedavi anlayışının gün geçtikçe artması ve halkın sentetik ilaçlara daha fazla maruz kalmak istememesi orada bu sektörün ayaklanmasını neden olmuş. Ancak bu işler o kadar güzel yürümekteki hayran kalmamak imkansız. 
   Orada bu tarz ürünler iki yerde satılır. Biri alışveriş marketlerinde biri de eczanelerde. İkisinde de aynı ürünü aynı fiyata bulma imkanınız bulunmakta ama eczanelerden bu tarz ürün alırsanız sizi ,eczacılar aklınıza takılan sorular konusunda yardımcı olabilmektedir. Fiyatları gayet uygun olan bu formülasyon şekillerinin kutularında her türlü bilgi yer almakta. İçerisinde hangi bitkilerden bulunduğundan tutunda ne miktarda olduğundan, nasıl suda , ne kadar bekletmenize ; bir günde ne kadar kullanmamız gerektiğine kadar her şey yazmakta. Hatta görme bozukluklara olanlar için üzerinde bunları kabartmalı şekilde anlatılanları bile var. Zaten halk ,üreticin kendisini kandırmayacağından emin olduğu için bu tarz ürünleri tüketmekten hiç çekinmiyor.
  Bizim ülkemizde de bu tarz üretim yapan ve yapmaya başlayan çok değerli firmalar var. Ama halen yetersiz oldukları düşünmekteyim. Fakat düşüncemin yanında bu firmaların ( reklam olmasın diye isimlerini söylemek istemiyorum ) oldukça sistemli ve Avrupa da gördüğümüz firmaları örnek alarak ilerleme kaydetmeleri bir yandan da bizi sevindiriyor. 
   Aktarlardan kaldırıp eczanelerde satılacak ürünleri bizde , aktarın sattıkları uygunsuz saklama koşulları ve kontrol edilmemiş ürünleri satarsak halka bir darbe biz vurmuş oluruz. O yüzden ben bu tarz bitkisel droglardan elde edilen ilaçların ya Avrupa modelini örnek alarak belli üreticilerin en doğru bitkileri yetiştirip yada toplayarak yapacakları ürünlerin satılması yada doğrulu ispatlanmış drogların en doğru bilgilendirme ile hastalara verilmesi taraftarıyım. Bu istekler imkansız değil artık, o yüzden bize düşen görevimizi en doğru şekilde yapmamız gerekendir.

9 Nisan 2012 Pazartesi

omni mane KAFEİN

      Bu sefer yazacağım konu hakkında bazı bilim adamları zaten araştırma yapmakta ama ben buradan kendine araştıracak konu arayan genç bilim adamlarına da sesleniyorum. Bu yazıyı okuduktan sonra beni biraz dahi kaile alırsanız ileride büyük bir bilim adamı olabilirsiniz. Artık büyük bir bilim adamı olursanız bizi de görürsünüz :))
     Gelelim kafeinin faydalarına. Bir kere biz zaten kafeini yıllardır kullanıyoruz. Tarihinden bahsedersek ; antik Çinlilerin ilk çayı demlediği ve Etiyopyalı çobanların, keçilerinin kahve çekirdekleri yedikten sonra zıplamaya başladıklarının farkına vardıkları ilk günden beri kafeine bağımlı olarak yaşıyoruz. Yani sizin anlayacağınız biraz da bu kafeine tutsak olduk desek hiç yanlış olmaz. Hatta Amerika'da yapılan bir araştırmada her 10 kişiden dokuzu gün içerisinde öyle veya böyle kafein tüketiyor. Bizim gibi çayı çok seven bir ülke için de farklı olacağını düşünmüyorum. 
kafein ile adenozin arasında benzerlik benim haklı olabileceğim anlamına gelmiyor mu?
     Gel gelelim ben bu konuda size ne anlatacağım.Şimdi benim akıla kafein ile ilgili sağlam fikirler geliyor. Başta ben kimyasal bir silah yapmak istesem direk kafein molekülünü baz alırım.( zaten bağımlılık da yapıyor ;) ) Çünkü kan-beyin bariyerini aşabilecek güzel bir kimyasal yapıya sahip. Zaten direk merkezi sinir sistemini etkilemesi bizim bu maddeden çılgınca şeyler yapabileceğimiz göstergesidir. Tabi bunun yanında MSS i direk etkilediği için bununla bir çok hastalığının tedavisinde de kullanabiliriz. (ör. alzheimer) 
      Zaten beyinin dikkati kontrol eden bölümü olan anterior cingulum'u içeren ön lobundaki aktiviteyi arttırır. 
Kafein beyindeki adenozin reseptörlerine tutunur, adenozin tek başınayken sizi yorar ama kafeinle birlikte beyin hücresinin aktivitelerini hızlandırır.Ayrıca kafein uykuyu getiren kimyasalların birikmesini önler ama beyindeki seviyesini korumanız gerekir. Bunun içinde sabah içseniz bile gün ilerledikçe kafein seviyesi düşmeye başlayacaktır. O yüzden kafein seviyesini yüksek tutmak için birbiri ardına espresso yuvarlamanıza gerek yok.  Onun yerine kafeini her saat küçük miktarlarda almak daha mantıklı.
     Bunlarında dışında size kafein ile ilginç bir kaç bilgi daha vereyim . Hani bu kafein MSSini direk etkilyor dedim ya o yüzden acı algılama merkezinin üzerindeki etkisi nedeniyle de insanlarının acıya duyarlılıkları azalıyormuş. Hatta sporculara antrenmanlarından bir saat önce bir bardak kafeinli içecek sayesinde daha fazla kilo kaldırabildikleri deneylerle kanıtlanmıştır. Özellikle diyet yapmak isteyen arkadaşlarıma söylüyorum. Bu kafein aynı zamanda yağ yakımını hızlandıracak yapıya da sahip. 
     Ama her şeyin fazlasının zararlı olduğu gibi bunun da fazlası zararlı.Eger kafeini fazla tüketirseniz sizde ; uykusuzluk, aşırı tepki ( ki bunu sınav zamanları bende de görebilirsiniz), daha ileri vakalarda kas seyirmesi, düşünme ve konuşma bozuklarına hatta kafein zehirlenmesi oluşabilir. Sizde böyle bir vaka meydana gelirse kafein alımını keserek veya azaltarak bu vakaları önleyebilirsiniz.
     Bir de yanlış bilinen ama özellikle biz Türk toplumunda çok sık yapılan yanlıştan bahsedeyim. Sarhoş bir adama kafein vererek onu ayıltamazsınız.  Aksine hem sarhoş olacak hemde uyanık olduğu için delice işler yapabilir. Mesela bir bar güvenlikçisine dalaşıp dayak yiyebilir hatta araba kullanmak isteyerek kazalara neden olabilir. Eee bu kadar gereksiz bilgi ile saçmalamarım ile size bir şeyler katabildiysem ne mutlu bana. Bu sırada yazılarıma düşük cümle , yazım yanlışlarım dışında yorum yapacaksanız korkmadan yapabilirsiniz. Merak etmeyin kimseyi dövdüğümüz filan yok. 

1 ölçek dentur tales doses : Ek Gıdalar

Dikkatinizi çektiyse yazdığım konular hakkında  ya bir bilgi araştırması yapmışımdır yada gözlemlerin neticesinde fikirlerimi birleştirerek size anlatmışımdır. Bu sefer size yarın bir gün eczane açtığınız kar payı yüksek olduğu satmak isteyeceğiniz ve şu sıralar ülkemizde de gittikçe popülerleşip herkesin sattığı sporcu gıdalarından bahsedeceğim.
Bu yazıyı okumaya başlamayan bir çok arkadaşım zaten bu ürünler zararlı deyip okumayı kesebilir.Ama ben size tam tersi şeyleri anlatacağım. Başta bugün Brad Pitt'den Will Smith'e kadar bir çok ünlü bu tarz ürünleri kullanıyor. Üstelik babam yaşında olan Brad Pitt ( 1963 ) benden daha genç göstermiyorsa bende bu işi bırakırım. Onuda geçtim bugün televizyonda izlediğim her sporcu bu ürünleri kullanıyor.
Şimdi size kullanılan bu ürünlerin neler olduğunu anlatayım. Başta Aminoasitler geliyor. Evet aminoasitler, şaka yapmıyorum. Her yediğinizi süt ve süt ürünlerinden tut da kırmızı veya beyaz etin ve daha birçok gıda maddesinin içerisinde olan aminoasitler sporcuların temel besin maddelerin biridir. Tabi siz bu durumda madem bu besinlerin içerisinde var o zaman hala niye kullanıyorlar diyebilirsiniz. Ama gene düşündüğünüz gibi değil. Çünkü bu ürünler bir sporcunun alması gereken doz miktarları ayarlanmış olarak veriliyor. Eger bir sporcu bu tarz ürünleri kullanmadan sağlığını hem korumak istesin hemde fiziksel olarak gelişmek isterse günde 15 civarında yumurta gibi sayıya tekamül eder. Kusura bakmayın ama her gün 15 yumurta yiyen birinin bence daha fazla sağlık sorunun çıkacağından adım kadar eminim.
Aminoasitler dışında protein tozları da bir diğer ek gıda maddesi olarak kullanılmakta. Bu protein tozların 3-5 çeşit versiyonu var ama en çok kullanılan ve güvenirlik açısından en ideal olanın Whey protein yani peynir altı suyu tozu olarak karşımıza çıkıyor. Eğer aklınıza hemen şu tekene peynirlerin altında ki peyniri suyu geliyorsa ve bunları kullansınlar olmaz mı diye düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. Çünkü bu suyu bir sporcu içerse herhalde ya tansiyondan gider ya E.coli enfeksiyonlarından bunlar da olmadı iflastan gider zaten .  Bu dediğim ek gıdalar özel yöntemlerle ( liyofilizasyon filan gibi ) istenilen değerlerde ayarlamalar yapılarak hazırlanıyor.(Ayrıca bu ürünlerde şuana kadar GDO kullanılmadı biliniyor.) Zaten bu ürünlerde yapılan sterilizasyon sayesinde kullanıcılar enfeksiyon kapması da engelleniyor.
Gel gelelim bu ürünlerin doğal ürünlerle kıyaslanmasına. Bugün bir ölçek Whey protein ortalama ( markasından markasına ve işlenme özelliğine göre değişmekle ) 25 gram protein içermekte . Sağlıklı bir kişi spor yapmasa bile günlük ağırlığının gram cinsinden protein tüketmesi lazım . ( Ör. 80 kilolu bir insan günlük 80-100 gram protein alması gerekiyor.) Aklınıza biz bu kadar gram proteini almıyor muyuz diye gelebilir? Ben size doğru olanı söyleyeyim. Türk halkının yemeklerinden etin ve süt ürünlerin giderek çıkması bizim bu değerlerin yarısını bile zor karşıladığımızı gösteriyor. (inanmayan arkadaşlar internet sitelerinden neyin için de ne kadar protein olduğuna bakabilir) Bu durumda bir sporcu ise gelişim gösterebilmesi ve sakatlanmaması veya zayıflamaması için en az ağırlığının 2 katının gram cinsinde protein alması lazım. Bunun için mesela 80 kilolu bir sporcu 4-5 tane haşlanmış tavuğu yese bile bu değerlere ulaşamayabilir.Sorarım size siz hiç Will Smith'i 5 tane tavuğu yerken gördünüz mü yada en sevdiğiniz sporcunun ???
Şimdi gelelim bu işin zararlarına.Bugün en eski protein üreticisi firmanın 20 yıllık bir kariyeri var. Söylediklerine göre şuan için hissedilir bir yan etkisinin olmadığını söylüyorlar. Tabi sizin aklınıza bu durumda da Arnold Schwarzenegger gibi bir ünlü gelebilir. Ama onlar yıllar önce body-building denen ve çok kasın şampiyon olduğu yarışmalara katılıp ve daha sonra spor hayatlarına büyük bir ara verdikleri için bugün vücutlarında deformasyonlar oluşmakta.(ayrıca bir sporcu olarak söyleyeyim; siz hangi sporu yaparsanız yapın ve bu ürünleri kullanmayın sporu bıraktığınız andan bir süre sonra sizin vücudunuz da kaslarını yağa çevirecektir.) Onun dışında bugün siz bu istenen protein ve aminoasitleri günlük ihtiyaçlarınızı karşıladığınız gibi karşılamak istesiniz önce obez sonra gut vb. hastalıklarla başa çıkmak zorunda kalırsınız. Tabi ben genede bu tarz ürünlerin abartılarak tüketilmesine karşıyım. Ayrıca bu tarz ürünler ek gıda maddesi olarak kullanılmalıdır ve doğrusu da budur. Çünkü hiç bir şekilde bunlar bir ana öğün DEĞİLDİR. Tabi bu ürünlerin dışında zayıflamak için satılan (karnitin gibi) ürünlerin zararlı olduğunu hatırlatmak isterim.
VEEE buradan ülkemizdeki ilaç firmaların ve gıda fabrikalarına sesleniyorum. Maliyeti çok düşük fakat kar marjı çok yüksek bu ürünlerin üretime girişseniz çok iyi yaparsınız. Bari bu işte dünyanın gerisinde kalmayalım.


8 Nisan 2012 Pazar

antiBİYOTİKLER

Dedim ya elim boşken , bir de aklıma yazacak güzel konular geldiğinden size bu sefer antibiyotikler hakkında, kendimce bildiğim şeyler hakkında saçmalamalar yapayım biraz.Zaten dünde antiden girmiştim bugünde antiden devam edeyim.
Hani her hasta olduğumuzda doktora gideriz de bize bir antibiyotik yazar ya sonra bizde o antibiyotiği kullanırız ve iyileşiriz; işte aslında iyileşirken gözden kaçırdığımız çok önemli noktalar. Haddim olmayarak buradan doktorlara laf atamak istiyorum. Sanki doktorlar mikrobiyoloji ,farmakoloji , patoloji dersleri her halde kredi dersi olarak filan görüyorlar. Ya arkadaş hastaları iyileştirmek için yazdığınız her antibiyotiğin aslında bakteriler üzerinde direnç oluşturma riskini size hiç söylemediler mi. Eminim söylemişlerdir. Ama ya siz o derse gitmemişsinizdir yada hocalar bu risk çok düşük filan deyip size fazla takılmamanız gereken bir şey olduğunu filan söylediler. Bugün kulaktan dolma bile olsa Dünya'nın en büyük ilaç firmalarından biri olan Pfizer Ar-Ge kısmında ilaç geliştirmede kısıtlamalara gittiğini bilmiyor musun? Zaten bir ilacın en az 500 milyon dolar gibi çok büyük rakamlar yapıldığından hiç bahsetmek istemiyorum. Ayrıca bizim ülkemizde böyle araştırma yapan şirkettin adını halen duymamışken ve yapsalar bile böyle bir araştırmanın 15-20 yıl gibi zahmetli bir iş olduğunu zaten hiç önemli değil. Yani merak ediyorum ülkemizin büyük doktorları acaba bir kültür alıp bunun testini yapmak ve bu test sonuçlanana kadar dar spektrumlu bir antibiyotikle tedavi başlasanız olmaz mı? Çok zahmetli ve masraflı diye mi kaçıyorsunuz yoksa hasta ile tekrar karşılaşmamak için mi bunu yapıyorsunuz bilmiyorum. Heee sizin de haklı olduğunuz yerler yok mu , var tabi ki de. Her gün bir dünya hasta ile ilgilenmek zorundasınız, doktor azlığından vs daha yazsak bir ansiklopedi olacak kadar derdiniz var ama bu sizin mesleğinizi yarım yamalak yapmanıza neden olamaz. O zaman bugün dağ da çatışan onlarca MEHMETÇİK  de zora geldi mi silahı atıp birliğine kaçsın . Yok bu çok ağır oldu diyorsanız daha basit bir örnek vereyim. Arabanızı tamir eden adam , arabanıza dandik bir parça taksın ve siz bir pazar günü pikniğe giderken arabanız yolda kalsın veya daha kötüsü çok sürat yaptığınız bir anda arabanızı yoldan çıkartan neden olsun. İşte size düşen görev de işinizi en doğru şekilde ile yapmak olması gerektiğini düşüyorum. Yoksa nasıl bugün halk eczacılar için marketçilik yapıyorsunuz diyorlarsa; sizin için yarın hep aynı ilaçları yazıyorlar dediklerini. Her hastalandığımda bir amoksisilin klavulanat, birde antipiratik yazıp gönderiyor , üstüne bide tavır yapıyor deyip ilacı kendisi alacak duruma geldiği zamanı düşünsenize asıl başımıza gelecekleri. Hani yarın bir gün adımız çıkacak ülkece diye düşünmeden edemiyor. '' Her Stafilokokus aureus tedavisinde amoksisilin klavulanat veren Türk doktorları ve bunu kontrol etmesi gereken eczacıların görevini layıkıyla yerine getirmemesi yüzünde artık bu bakteriler için daha güçlü bir antibiyotik kullanmak zorundayız.'' diye bir haber çıksa çok mu güzel olur. Merak ediyorum elin gavuru da böyle mi yapıyor?
Gelin öncelikle kendimizi sonra halkı kandırmaktan vazgeçelim ve antibiyotik seçimde daha seçici olalım. Yoksa olan gene Türk Millet'in adına olacak! Unutmayın Türk doktorları, Atatürk kendini sizin kollarınıza bırakmıştı.

7 Nisan 2012 Cumartesi

anti antitod ( acidum acetyl salicylicum )

Bugünler de elimde ekstra bir iş yokken bir şeyler yazmak istiyorum ve size biraz eczacılık derslerin de gördüğüm antitodlardan ve buna sebep olacak toksik şeylerden bahsedeceğim.
Normalde eczacılar ilaçları hastaları iyileştirmek için yaparlar ama her eczacı bilir ki bir ilacı günlük alınması gereken dozdan fazla alırsa toksik etki gösterirler.Bunun neticesinde hastada ya istenmeyen yan etkiler görürüz yada o hastayı öldürürüz(net). Aslında ben derslerde gördüğüm etken maddelerin toksik durumlarına daha çok dikkat ediyorum. Nedenini bilmiyorum ama içimde sürekli toksik(zehir) etki yaratması daha olası etken maddeleri veya bitkileri daha çok seviyorum. Belki de bu sevginin nedeni Amerikan filmleri çok fazla izlemiş olmam yada hala içimde yatan intikam duygusu da bana bunlarını sevdiriyor olabilir.
Neyse bunlar bir yana ben size aslında dikkatimi çeken bir kaç tüyo vermek istiyorum. Geçenlerde bir kitap aldım. Adı ''Tıbbi Formüller'' diye . İçerisinde meslek hayatım boyunca kullanacağım bilgiler ile dolu. Hatta bekli meslek hayatım boyunca kullanmayacağım bilgiler bile var .(ör. Dünya'nın yarı çapı gibi  :p ) Neyse içerisinde bilmediğim etken maddelerin özelliklerine filan bakarken şu bizim meşhur Asetilsalisilik asiti gördüm. ( C9H8O4 ) (http://www.chemspider.com/Chemical-Structure.2157.html?rid=8870f5d3-0703-4d78-ab8a-64fcb24524f5) Birde baktım ki zehir etkisi varmış . Lan yıllardır kullandığım aspirinin bile zehir etkisinin var olduğunu görünce biraz şaşırdım ama sonra (biraz olgunlukla tabi )o da MTKyi  aşabilir dedim . Evet evet her derde deva diye kullandığımız hatta ishal olduğunuzda bir kutu kolaya 5-6 tane içip hemen iyileştiren, başımız ağrıdığı da hemen bir tane yuttuğumuz aspirinden bir seferde 20-30 civarında (kişiden kişiye göre değişmekle beraber) yuttuğunuz da adamı tahtalı köye bedava bilet kazandırıyormuş. Ben bunu öğrendim ya şimdi bana ''abi zehir hazırlayalım '' diye soranlara direk bunu yapıştırıyorum. Yada intihar etmek isteyen bir arkadaş varsa öyle kırmızı reçetede yazan ilaçlardan bulmaya çalışma diyorum . Yut aspirini iş bitsin diyorum :)) . Tabi bu aspirinin zehir etkisini bulan bilim adamları bunun antitodunuda bulmuş. Şimdi blogu okuyup da antitodun ne olduğunu bilmeyenler için açıklamasını yapayım. Antitod; herhangi bir zehirlenme durumunda ( bu cıva zehirlenmesinden, bir ilacı aşırı kullanmak gibi her şey olabilir ) bunların vücutta etkisini azaltacak veya yok etmek için verilecek ilaç demektir. Tabi bu kadar açıklama yaptıktan sonra size aspirinin antitodunu da söyleyeyim. Aspirin zehirlenmesinde; mide yıkanır ve emetiklerle kusturulur, hasta sıcak tutulur , damardan veya rektal yol ile Ringer laktat çözeltisi veya bikarbonatlı serum fizyolojik şırınga yapılır. Bu durumda bana sorsanız  '' abi ,sen böyle bir vaka ile karşı karşıya kalsan ne yaparsın?'' diye ; ben hastayı ufo gibi ısıtıcının yanına götürürüm aklıma gelen en kötü kokuyu koklatıp kusturmaya çalışırım. Eee merak ediyorum kaç kişinin evinde bir emetik ,Ringer laktat çözeltisi veya bikarbonatlı serum fizyolojik var. Ayrıca ben damardan ilaç vermeyi bilmem rektal vermekten ise ölsün en azından şerefiyle öldü derim :)) . O yüzden intihar maddesi için güzel bir madde olabilir. Ama ben denemedim . O yüzden öldürürken biraz canınızı da yakabilir.
Bu kadar gereksiz bilgiden sonra umarım siz benim dediklerimi uymazsınız. Malum birinin evinde hazırda Ringer çözeltisi veya bikarbonatlı bir şey vardır o da benim gibi parenteral ilaç vermeyi bilmiyordur sonra sonunuz kötü olabilir.

6 Nisan 2012 Cuma

fac lege artis (mesleğin icabına göre yapınız)

   Vira Bismillah diyerek yazıma ve aynı zamanda bundan sonra yazmayı düşündüğüm yazılarıma başlamak istiyorum.
   Öncelikle bazı konularda uyarılarda bulunmak isterim. Benden Türkçe'mizin kurallarına uygun yazılar veya aşırı bilimsel yazılar yazacağımı beklemeyin çünkü beni tanıyan arkadaşlar bilir öyle süper bir Türkçe'm yoktur.Ayrıca çok kelime ve cümle hatası yapabilirim şimdiden affola.
   Gelelim konumuza. Dikkat ettiyseniz başlığı Latince olarak yazdım ve anlamını belirttim. ''Mesleğin icabına göre yapınız'' terimi doktorların yazmış olduğu reçeteleri eczacılar görmüş olduğu eğitime göre yaparak hastalara vermeleri için yazılmış ve sıkça kullanılMIŞ bir terimdir. Tabi artık majistral ve ofisinal ilaçlar doktorlar tarafından pek yazılmadığı için bu tarz terimleri reçetelerde göremiyoruz. Tabi ki şuan bir eczanem yok ve ben her gün yüzlerce reçete ile karşı karşıya gelemiyorum fakat genede doktor bana veya bir yakınıma reçete yazınca bakıyorum da gerçekten bu terimlerle karşılaşmıyorum.Buradan şuan bağlamak istiyorum. Yani artık biz eczanemizde ilaç yapmıyorsak bu bizim mesleğimiz bittiği veya sadece bakkal gibi olduğu anlamına gelmez. Bugün kimle mesleğim hakkında konuşsam bana hepsi ''açarsın bir eczane, yata yata para kazanırsın.'' diyor. Oysa onlara buradan seslenmek istiyorum son günlerde eczacılar ile ilgili çıkarılan yasalardan haberiniz var mı ya da bugün ilaç firmaların eczacılara uyguladıkları politikalardan haberiniz var mı? Bize kulaktan dolma bilgilerle gelip ahkam kesmeyin. Ben sizin mesleğinizle ilgili ileri geri konuşsam hoşunuza gider mi? BİZ eczacılar sizin düşündüğünüz gibi sadece doktorların karalama gibi olan yazılarını okumak için veya raflardan ilaç kutularını bulup hastaya vermek için 5 yıl o kadar dersi boşuna okumuyoruz . Teknolojinin ilerlemesi mutlaka mesleğimizin önemli sorumluluklarını hafifledi ama gene de biz o reçeteyi kontrol etmeden hastaya versek ve Allah korusun o hasta ölse , sorumlusu o reçeteyi yanlış yazan doktor değil kontrol etmeyen eczacı oluyor.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Biz insan sağlığını nasıl daha iyi hale getiririz diye uğraşırken siz bizim mesleğimize laf atarsanız (şahsım adına söylüyorum) biz sizin sağlığınızı nasıl daha mükemmel hale getireceğiz. O yüzden her mesleğin değerini o mesleği yapan kişiler en iyi bildiği gibi , bizim de mesleğin çok kritik değerlerinin olduğunu bilmenizi isterim.