Merhaba, bu sefer sizlere antidepresanlar ve depresyon testleri hakkında bazı şeyler söylemek istiyorum. Halk arasında ''deli hapı'' olarak bu ilaçlar hakkında bir çok araştırma yapılmıştır. 1950 yıllardan beri yeri her geçen gün artan bir şekilde kullanılmaktadır. Öyle ki artık bir çok devlet bu ilaçların kullanımını azaltmak için doktorlardan daha çok ilaçsız tedavi seçenekleri kullanmalarını ya da daha ucuz molekülleri tercih etmelerini istemekte ve pratisyen hekimlerin bu ilaçları yazamayacak kanuni düzenlemelerle önüne geçmeye çalışmaktadır.
Peki, gerçekten bu ilaçlar bizim için gerekli mi? Bu soruya bir çok kez karşılaştım ve cevabımı bu yazıyı okuyanlarla da paylaşmak istiyorum.
Öncelikle şu konuyu incelemek gerekiyor, o da psikiyatri uzmanları vs. bu ilaçları yazmadan önce sizinle bir miktar konuşur. Size bir test yapar. Bu test çok önemli çünkü bir çok çelişki barındırıyor bu test. Yani size yapılan bir matematik testi değil. Sonuçları siz belirliyorsunuz. Genel de evet-hayır şeklinde veya 1'den 5'e kadar derecelendirmeli test sonuçlarını, hasta o an nasıl isterse cevap verebilir. Sonucu kesin olmayan bu testin neticesinde ise uzman hekim size uygun olduğunu düşündüğü bir ilaç tedavisine başlar.
Bakın, ben sahtekar veya paragöz bir eczacı değilim. Böyle de olmamak için elimden geleni yapıyorum. Yani eczaneye gelip benden bir SSRI isterseniz kolay kolay alamazsınız. Hele ilk defa başlayacaksanız veya arkadaşınız önerisiyle filan gelirseniz hayatta alamazsınız. Bir İK müdürü bana şöyle dedi. Yaptıkları bir kişilik testi sonucu benim satış becerilerim düşük olduğunu söyledi. Yani birisine bir ürün satmak istersem bu konuda yetersiz olduğumu ve bu yüzden firmaların satış departmanlarında çalışmak benim için uygun olmayacağını dile getirdi. Ben de kendisine bu kanısının yanlış olduğunu dile getirdim. Çünkü bana yaptıkları testi, istediğim gibi cevaplamaya hakkım vardı ve bu yüzden ben de öyle yaptım. İş tanımının gereğince satış zaten benim işim olmaması gerekiyordu ve ben de o neticeyi verecek şekilde cevaplayabileceğimden mülakat sırasında da söyledim. Ayrıca kendisine bir ürün satmak konusunda yeteneksiz olmadığımı ancak bir eczacı olarak ilaç satmak yerine bilgi satmayı tercih ettiğimi dile getirdim. Şöyle ki, bir eczaneye girdiğiniz de vitamin hapı almak istediğiniz de size binbir çeşit ürün mü önünüze sunulmasını istersiniz yoksa bu ilacı neden almak isteğinizi, gereği yoksa boşuna masraf yapmamanız gerektiğini söyleyen bir eczacıya mı daha çok güvenirsiniz. Ben hep ikincisi oldum. Yoksa bilmiyor muydum ben de en pahalı vitamin hapını gelen kişiye vermeyi?!
Konumuza geri dönersek psikiyatri testleri aynı şekildedir. Yani doktoru çok kolay bir şekilde kandırabilirsiniz. Bunun bir çok örneğini de mevcut.
Diyelim ki, doktoru kandırmadınız ve gerçekten bir sıkıntınız var. Peki bunun şiddetini nasıl doktora aktarırsınız. Yani elimizi kessek kan kaybından ölmek üzereyim diye hastanenin acillerini meşgul eden bir millet olarak ufak bir sıkıntımızı da abartarak doktora aktarmadığımızı kim söyleyebilir.
Hadi diyelim ki bunların hepsini en optimum şekilde yaptık. Yani doktoru kandırmadık, derdimizi de olabildiğince doktora düzgün aktardık peki alacağınız ilaçlar ne kadar etkili olacak biliyor musunuz?? Evet, antidepresan ilaçlar hakkında da bir çok belirsizlik var ama bu konuya daha sonraki yazımda değinmek istiyorum.
Şimdilik sizi biraz düşünmeye itiyorum. Gerçekten hasta bir millet mi var, yoksa hasta taklitti yapan mı ?
Öncelikle merhaba. Gene uzun bir ara ve yoğunluğun ardından yazmaya vakit bulduğum nadir anlardan birinde sizlere birşeyler aktarmak istediğimi bilmenizi istedim. Ben de yazacak çok şey birikti ancak yazacak zaman kalmadı :( . O yüzden vakit kaybetmeden konuma giriş yapmak istiyorum.
(Hee bu sırada burada halen amatör ruhumla yazdığım unutulmasın isterim :D )
Bu sefer size tuzlu sudan bahsetmek istiyorum. Evet bildiğiniz tuzlu su. Tıpta biz ona ''Serum Fizyolojik'' diyoruz. Pratik hayatta ise ''SF'' deniyor. %0,9 luk NaCl içeren bu çözeltinin ne kadar etkili olduğunu gördüğümde bunu mutlaka aktarmam gerektiğini düşündüm. Bilenlerimiz bilir, aslında SF içerik olarak pek bişey ihtiva etmez. Hatta elektrot dengesi dışında hiç birşey içermez. Ancak bu pratikte öyle değil.
% 0,9 luk NaCl
Bulunduğum bir ortamda SF'in plasebo etkisinden o kadar çok yararlandık ki neredeyse en etkili ilaçlardan daha etkilidir desem yeridir. Her zaman söylediğim bir şey vardır o da plasebo anabilim dallarının bizim eczacılık fakültelerimizde de olmasının gerektiği, çünkü Amerika'da bu anabilim dalları var ve orjinatör firmalar, ilaçlarını geliştirdiklerinde ilaçların etkililiğinin plasebodan daha mı etkili yoksa etkin madde mi daha etkili diye araştırıp dururlar. Belki bazılarınız için ilginç gelebilir ama özellikle antidepresanların başını belaya sokan bir durumdur. Çünkü yapılan araştırmalarda da bir insanın psikolojik durumun bozulup bozulmadığını anlamak için yapılan testlerin etkiliği çelişkili iken bu hastalıkların tedavisinin neticesini anlamakta kullanılan testlerde bize istediğimiz sonucu vermeyebiliyor. Yani örnek ile anlatmak gerekirse; bir insanın kan şekerini bir glukometre ile anlayabilecek iken, bir insanın depresyonda olup olmadığını ona sorulardan oluşan bir anketin cevabına göre değerlendiriyoruz. Yani bir kişi hasta olmasa bile ilgi görmek için veya ilaç kullanmak için vs. daha bir çok nedenden ötürü kendini hasta gibi gösterebilir. (Hee bu durumda onu hasta yapar ama tedavi şekli farklı olabilir.)
Peki SF bu işin neresinde diye sorarsanız işte burada devreye giriyor. Bazı hastalar ile karşılaştım ki, bunlar ilgi görmek için veya başka nedenlerden ötürü bayılma taklidi, kriz taklidi yaptıklarını fark ettik. Peki vital bulguları normal olan bir insanı kendini hasta gibi etrafa lanse ettikten sonra kendisine ''senin hiç birşeyin yok'' diye kaldırıp gönderilse ne olur biliyor musunuz? Genelde inanmazlar. Çünkü onlar tedavi alıp iyileşebileceklerine inanırlar ve ancak çevrelerindekini de bu şekilde inandırabilirler.
İşte bizde onlara SF verdik. IM uygulandığında kalçada biraz yanma da yapar. Bu sayede hasta kendine enjeksiyon yapıldığı için bunun verdiği psikolojik etkiyle resmen yeniden doğmuşa dönüyordu. Bunun ile ilgili filmde izlemiştim, hatta bilimsel makaleleri baz alarak yazılmış kitap dahi okumuştum ancak görünce gözlerime inanmadım. Biz hastaları iyi etmiş olduğu verdiği gururla, hasta iyileşmiş olduğu sevinçle hayatına devam etti.
Pratiklik ile teorik bilgilerin elbette aynı etkiyi yaratmadığını bir kez daha öğrenmiş oldum. Ve bunu sizlerle paylaşmak istedim.
Umarım bir daha ki yazım için çok ara vermeme umuduyla, kendinize iyi bakın..
Herkese merhaba. Gene uzun bir ara yazamadım kusura bakmayın biraz ilham gelmedi biraz da yoğunluğum vardı.
Size bu seferde bilim-kurgu filmlerinden fırlamış bir konu hakkında bahsetmek istiyorum.
Biliyoruz ki insanlığın şifresi DNA'dır. Deoksiribonükleik asit anlamına gelen bu açılım aslında göründüğünden daha karmaşık bir yapı. Şimdi size bunun yapısını anlatıp canınızı sıkmak istemiyorum. Ben size bu yapının keşfedilmeyen bir çok sırrının olduğunu ve bunların yavaş yavaş açığa çıkması ile dünyanın değişeceğinden bahsetmek istiyorum. Tabi genç bir eczacı olarak olaylara biraz eczacı gözlüğü ile bakacağım. Konuya şöyle başlamak istiyorum. Geçenlerde ironman 3'ü izliyordum ve orada insanoğlunun DNA'sının geliştirilebilir olduğunundan bahsediyordu. Ve tabi işin bilim kurgusuna kaçarak alevli insanları yarattıklarını gösterdiler. Tabi ki böyle bir şeyin olacağını düşünmemekle beraber DNA'mızın değiştirilebileceğini inanıyorum. Ne ölçüde olacağını şuan için bilemesek bile bunun örnekleri aslında gördük ve daha da iyi örneklerini göreceğiz. Mesela bundan 1000 sene önce insanların bilgi hafızası ile şimdi ki insanların aynı olduğunu söyleyebilir miyiz? Oysa doğal seleksiyon için 1000 çok uzun bir süre değildir. Tabi bazı noktalarda kayıplarımızda olduğunu düşünüyorum. Mesela internet haberlerinde görmüşsünüzdür. Y kromozomun giderek küçüldüğü hakkında haberler. Sizce de bu bir negatif bir modifikasyon değil midir? Hemde onca sene hiç bir şey olmayan genin son zamanlarda böyle bir sorunu ortaya çıkarması. Gene geçenlerde okuduğum bir yazıda artık bilgilerin flash bellekler gibi dna bellekleri hazırlanacağını söylüyorlardı. Hatta bunun ile ilgili ilk veri saklama ve okuma işlemi gerçekleştiğini okumuştum ama tabi bazı sıkıntılar nedeni ile şuan bu tarz bir bellek sistemin ortaya çıkmasının zaman alacağını söyleniyor.
Yani yapay olarak dna gibi bir yapıya bilgi kodlaya biliyorsak kendi genlerimize bunu yapıyor olamaz mıyız? Bir filozof adını şimdi hatırlayamayacağım şuna benzer bir şey demiş '' En iyi eseriniz, bedeninizdir. '' Yani değiştirdiğiniz genleri çocuklarınıza aktarabilirsiniz. Tabi siz siyah göz rengine ve eşiniz siyah göz rengine sahip iken çekinik olarak bile bulunmayan mavi göz rengi ile mavi göz renkli bir çocuğunuzun olması zordur. ( mutasyon hariç tabi ve o da iyi halli ise :P ) Hatta bazı araştırmalar şunu gösteriyor ki sporcuların genlerin ilk zaman ki (doğduklarında sahip oldukları) genleri ile aynı olmadı ve değiştiğini bulmuşlar.
Şimdi size bide bunun eczacılık yönünden ufak bir bakış atmanızı isteyeceğim. Eczacı arkadaşlarım çok iyi bilir ki ilaçlar piyasaya sürülmesi için bazı aşamalardan oluşur. Bunlar klinik öncesi ve klinik sonrası diye ayrılır ve bugün ilaç ruhsatlandırmasında en son faz 4 vardır. Sorarım size bugün bildiğiniz en eski ilaç hangisi ?? Mesela Bayer firmasının Aspirin ürününü ele alalım. Sizce bu ilaç bizim genlerimizi nasıl etkilemekte. Bunun şuan ki faz çalışmaları ile göremiyoruz ama belki 100 yıl sonra artık faz 5 çalışması diye bir şey olacak. Ve ilerleyen zamanlarda belki faz 6; tabi zombi insanlara dönüştürmezler ise bizi.
Sonuçta benim size tavsiyem şudur ki , ben zaten belli bir gene sahibim bunu ancak gelecek nesillere aktarabilirim diye düşünmeyin. Kendinizi geliştirin. Mesela sürekli söylediğim bir şey spor yapın, fen bilimleri ile haşır neşir olun veya edebiyat ile uğraşın ya da müzik ile ilgilenin .
Unutmayın dünya döndüğü sürece DNA'nız değişmekte. Geliştirmek veya kötü gitmesini sağlamak sizin elinizde..
Geçenlerde çok sevdiğim arkadaşlarla Edirne'de bulunan sağlık müzesini ziyaret ettik. Müzikle tedavinin başlangıç yeri olan bu mekan tıp tarihimiz için yeri tartışılmaz bir öneme sahip. Hep hakkındaki bilgileri gezen görenler ve bunun ile ilgili haberler okuyan arkadaşların yorumlarını dinleyerek bildiğim bu yeri görünce aklıma bir şey geldi.
Hep kendime de derim, eğer iyi bir Ar-Ge ci olmak istiyorsam bunun için yeni bir molekül bulmaktansa yeni bir formülasyon şekli bulmaya çalışmalıyım. O yüzden kanıtlanmış verilere dayanarak yeni tedavi süreci fikri atacağım şimdi buraya. Zamanın da insanlar Edirne'de tedavi edilmiş. Tedavi de değişik makamlardan musikiler ve su sesinden yararlanılmış. Halende müziğin insanlar üzerinde ciddi etkileri olduğu üzerine bir çok araştırma var. Hatta arada sırada izleyebildiğim belgesel kanallarında bile bununla ilgili çalışmaların sonuçlarını gösteren deneyler yapıldğını izlemiştim. Özellikle psikiyatri üzerine yapılmış olan bu tedavi şeklinin yararlı olduğunu gösteren bir çok örnekte var. Ancak şuan ki şartlar da insanları bu şekilde tedaviye alması çok zor. Özellikle de yoğun iş temposunda çalışan insanları işlerini bırakıp en az 1 hafta (ki yeterli bir süre olduğunu düşünmüyorum) olacak şekilde işlerini bırakmaları gerçekten zor. İzin zamanlarını da böyle bir süre ayırmayan bir kişinin eğer psikiyatrik bir sorunu olduğunu kabul edip ve bunun için ilaçlı tedaviye başlamak zorunda kalmış ise işte o zaman gelsin antidepresanlar. Günümüzde de en meşhur olanı ise SSRI (selektif seretonin reuptake inhibitörü) kullanmaya başlayacaktır. [SSRI ile ilgili daha geniş bilgi almak istiyorsanız ( http://www.eminceylan.com/pro1.asp?CatID=139 ) buraya bakabilirsiniz.] Bu süreçte kullanılan hangi etken madde olursa olsun en az 6 ay düzenli olarak hiç bir gün atlanmadan kullanılması gerekiyor. Anlayacağınız üzere çok meşakkatli. Bir eczacı bilir ki ,eğer ilaç kullanım süresi uzarsa o ilacının hasta tarafından unutulması ve yanlış kullanılması ihtimalleri artar. Bu yanında antidepresanların yan etkilerini saymıyorum bile.
Bende burada şu söylemek istiyorum madem müzik ile de depresyon gibi hastalıkları tedavi edebiliyoruz o zaman bu tarz müzikler üzerine çalışma yapalım ve belirli dozlar ile hastaya verelim. Nasıl diye sorarsanız, hastaya bir kutu antidepresan vermek yerine bir kutu içerisinde bir kulaklık içerisine müzik kaydedilmiş olarak verelim. Bu müziğin nasıl kullanılacağı hakkında araştırma yapalım. Örneğin günde 2 defa sabah kahvaltıdan sonra yarım saatlik kısmı çalsın akşam yatmadan 1 saat önce yarım saatlik ayrı bir part çalsın. Hasta belki müzik ile tedavi olmak için kalkıp bunun ile ilgili tesislere gidemez ama bu şekilde teknolojiden de yararlanarak tedavi olabilir. Üstelik gitse bile fayda göremeyebilir. Bu tıpkı grip olduğumuz da nane-limon çayı içerek iyileşmeyi beklemek ile mentha piperita bitkisinden elde edilen mentol ile tedavi olmak arasındaki fark gibi. Yani her gün bir sürü sebze meyve yersiniz ancak tedavide kullanılan bir bitki ise bu bitkinin size uygun etken maddeyi uygun miktarda alıp alamadığınız bilemezsiniz. (Ve yani ilaç da dozun çok önemli olduğunu bir kez daha söylemiş oluyorum) Sonuçta ilaçta en önemli özellikle min. yan etki mak. etkinliktir. Bildiğim kadarı ile müzik dinlemenin de pek bir yan etkisi yok :)) . Yani böyle bir tedavi şekli oluşturulamaz değil.
Belki bir gün dediğim olur. Belki de üzerine çalışmalar yapılıyordur. Belki de her zaman dediğim gibi salakça bir konu üzerine kafa yormuş olabilir . Ama gene de şuna inanıyorum '' bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterirmiş ''. Belki burada yazdığım şeylerden biri bir gün işe yarayabilir.
Size de iyi müzik dinlemeler..
Uzuuun bir aradır yazamıyordur, kusura bakmayın. Sanki milyonlarca okurum varmış gibi trip yapmak istemiyorum ama saçmalama işime gündelik hayatta devam ediyordum.
Aslında lafı fazla uzatmadan konuya girmek istiyorum. Hep okulda gördüğümüz laboratuvarların pratikte, yani ilaç firmalarında nasıl olduğunu merak etmiştim. O yüzden bu yaz halen devam etmekte olduğum üretim stajından size biraz tüyolar vermek istedim.
Beni bilen arkadaşlar iyi bilir. Ben hiç bir zaman iş yaparken, bu iş bana göre değil deyip o işin altına elimi atmadığım olmamıştır. Bir stajyer olarak da bana söylenen her şeyi yaparım. Gerekirse çöp taşırım , yerleri eli beziyle bile silerim ve bu yaptığım işten de hep bir şeyler kapmaya çalışırım. Bir çok kişinin gereksiz olduğunu düşündüğü şeyi sizin yapmanız sizden bir şey götürmezken, size kattığı deneyim paha biçilemezdir.Bu sayede staj yaptığım yerde insanların saygısını kazandığımı düşünüyorum. Ve bu kadar nasihati şöyle kapatmak istiyorum '' karşınızdaki insan hangi düşünceden hangi meslek örgütünden olursa olsun ,asla onu küçümsemeyin ve saygı gösterin ki size saygı göstersin. ''
Kaplama kazanı
Buradan yola çıkarak şunu söyleyeceğim, tanıştığım operatörler bana kullandıkları makineler hakkında o kadar çok şey anlattı ki derslerde asla öğrenemeyeceğim bilgiler edindim. Eczacıyı diye övünmemek lazım adamlar belki hocalarımızdan daha çok bilgiye sahipti. Size, bana ilginç gelecek bir konudan bahsetmek istiyorum.
en küçük kaplama kazanı :))
Bu zamana kadar dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama bir firmanın bütün ayıplarını gizlediği , kendini kaliteli gösterdiği nokta kaplamadır. Enteresandır okuldaki lab.larda da bir tek kaplama yapamazsınız çünkü en küçük kaplama kazanı bile lüks model bir mercedes fiyatınadır. Parametreleride o kadar fazladır ki, sadece bir dönem kaplama üzerine ders anlatılabilir. Standartları tutturmakta bir o kadar çok zordur. Size şu kadar söyleyeyim iki seri ilaç arasında farklılık olması oldukça sıradan bir durum. Ama bunu müşteri kolay kolay anlayamaz . Özellikle beyaz film kaplı tabletlerde bunu anlamak oldukça zordur.
kaplama işlemleri
Peki neden bu konuya neden kafa taktım. Söyle söyleyelim , eğer kaplanan film kaplama kalınlığı artarsa çözünmesi daha yavaş olacak , vücudunuza daha fazla miktarda kaplama maddesi olan kimyasal girecek ve etkisi de yavaş çözünmesine bağlı olarak daha geç başlayacak. Ama ince olursa bu seferde çabuk kırabilir , üzerinden parçacık düşeceği için almak istediğiniz etken maddeyi daha az alabilirsiniz. Daha bunun gibi tonlarca şey sayılabilir.
Şeker kaplamaya gelirsek o zaman işler iyice karışık hale geliyor. Tablet ağırlığının 2-3 katı aralığında yapılan kaplama, hataları ört bas etmek için daha kolay gözükse de standarttı tutturmak için o işte çok iyi bir usta olmak gerekiyor ki artık ilaçlara bakarsanız parametrelerini tutturmak ve ustasını bulmak çok zor olduğu için ilaç şirketleri ilaçlarını film kaplı olarak tasarlıyorlar.
draje kaplı tabletler
Neyse ki benim staj yaptığım firma yaptığı iş açısından gayet başarılı. Ustaları daha önceki firmalarından olan deneyimlerini benimle paylaştığı için de kaplamanın sırlarını biraz olsun öğrenmiş bulundum.
Eğer farkları görmek istiyorsanız bir kumpas , bir hassas terazi ve bir sertlik tayini size çok şey anlatabilir. ;)
Belki bazı eczacılar için bile önemli olmayan bu konu aslında GMP için çok önemli bir faktör.
Size bu yazımdaki son tavsiyem, mutlaka üretim stajı yapın . Kısa bir süre için bile olsa çok şey öğrenirsiniz.
Diüretik, Antihipertansif ajan, Sodyum Klorür Symporter İnhibitörleri
Oral biyoyararlanımı %70, Plazma
proteinlerine bağlanma %64, elim. yarı ömrü 2-15 saat, etki süresi 6-12 saat,
doz 12,5-25 mg , oral olarak kullanılmaya müsait.